Teknolojinin gelişmesiyle birlikte alışkanlıklarımız, hobilerimiz, olaylara bakış açımız, kısacası yaşam tarzımız da değişti. İletişimin kendisi de bu süreçte değişen ve dönüşüme uğrayan kavramlardan biri oldu.
Televizyon, radyo, bilgisayar, internet ve hatta internetle birlikte hayatımıza girmeye başlayan e-posta sistemleri, internet siteleri, sosyal medya platformları veya anlık mesajlaşma uygulamaları gibi teknolojinin bize sunduğu her iletişim ortamı, iletişim kavramının her defasında yeniden tanımlanmasına sebep oldu.
Peki değişen ve gelişen teknoloji dünyasının birer çıktıları olan ve hepimizin her gün kullandığı bu yeni iletişim araçları, iletişimin kendisi üzerinde bir değişim yaratıyor mu?
Kanadalı düşünür ve yazar Marshall McLuhan‘ın 1967 yılında yayımlanan ve iletişimde içerik ve ortam ilişkisini irdelediği The Medium Is The Message kitabında da bahsettiği gibi, iletişim araçları iletişimin kendisini sekteye uğratarak iletişimsizliğe mi sebep oluyor?
Bu arada kitabın orijinal adı “The Medium Is The Massage”dir. Daha sonra “Massage” ifadesi “Message” olarak değiştirilmiştir. Ancak yazar baskı hatasından kaynaklanan “Massage” ifadesinin kullanılmasını tercih etmektedir.
İletişimde ortam ve içerik ilişkisi
Bir televizyon dizisi seyrederken bununla ilgili bir paylaşım yapmak istediğinizde hangi platformu kullanırdınız? Ya da dışardayken mobil cihazınızla çok güzel bir fotoğraf çektiniz ve bunu arkadaşlarınıza göstermek istiyorsunuz. Kullanacağınız yöntem ne olurdu?
Teknolojinin gelişimi ile birlikte iletişimin uğradığı değişime ve dönüşüme hepimiz şahit oluyoruz. Ancak işin sosyolojik ve psikolojik yanlarını bir kenara bıraktığımızda iletişimin teknik olarak iki önemli kavramı içerdiğini söyleyebiliriz: Ortam (Medium) ve İçerik (Content).
Özellikle medya teorisi üzerine çalışmalarıyla bilinen Marshall McLuhan, bu konuyu derinlemesine incelemiş ve bundan 50 yıl önce adeta bugüne ışık tutan çalışmalara imzasını atmıştır. Yaptığı araştırmalar ve çalışmalarda özellikle iletişimin evrimi ve bu evrimin iletişimin kendisine olan etkisi üzerinde duran McLuhan, bunu “The Medium Is The Message” adlı kitabında “içerik” ve “ortam” olacak şekilde iki kavram üzerinden ele alıyor.
McLuhan, teknolojiyle birlikte değişen iletişim yöntemlerinin iletişimi sekteye uğrattığına dikkat çekiyor. Özetle, iletişim kurma şeklimizin (ortam) iletişimin kendisinden (içerik) daha önemli olduğunu vurguluyor.
Bilgiyi tüketen insandan bilgiyi üreten insana…
Teknoloji temelinde düşündüğümüzde, bundan yıllar önce ana yayın organları olan televizyon ve radyolar üretici konumunda iken; biz de bu yayınlardaki bilgileri tüketenler olarak tüketici konumundaydık. Yani tüketici olarak bizler, tek yönlü olarak sadece televizyon ve radyoların verdiği sınırlı bilgileri tüketebiliyorduk. Ancak 21. yüzyıl itibariyle teknolojinin gelişmesi, artık bizleri bilgi tüketicisi olmanın yanı sıra, bilgi üreticisi konumuna da getirdi. Yani geleneksel medyadan yeni medyaya geçiş, aynı zamanda bilgi kaynaklarını da çeşitlendirdi.
Örneğin (tüketici olarak) bir televizyon dizisi izlerken, aynı zamanda (üretici olarak) o televizyon dizisini izleyen dünyanın herhangi bir yerindeki insanlar ile -hatta dizi oyuncularıyla bile- iletişime ve etkileşime geçebiliyoruz.
Kısa zaman önce kendisine ulaşmayı hayal bile edemeyeceğimiz sanatçılara, politikacılara veya yazarlara artık çok kolay bir şekilde ulaşabiliyoruz. Tek bir tweet ile bu kişilerin cebindeki telefona bildirim gönderebiliyoruz. Kısacası, tek yönlü iletişimden çok yönlü iletişime geçişin nimetlerinden faydalanıyoruz.
Toplumsal ölçekte iletişim araçlarının etkisi
İletişim araçlarının bireyler üzerindeki etkisi bir yana; toplumsal açıdan da ciddi sonuçlar doğurabildiğini görebiliyoruz. Hatta toplumlara sirayet eden örnek olaylara baktığımızda iletişimin geldiği noktayı daha da iyi anlayabiliyoruz.
Örneğin 2010 yılında Tunus’ta başlayan ve daha sonra diğer Arap ülkelerine sıçrayan Arap Baharı, insanların özellikle sosyal medya platformlarında organize olmasıyla büyük kitlelere ulaştı. Bunu öngöremeyen bazı devlet yöneticileri, sansür ve kısıtlama yöntemine başvururken; bazıları da interneti tamamen kapatma yöntemini seçti. Ancak bu durum Streisand etkisi yaratarak gösterilerin çok büyük boyutlara ulaşmasına sebep oldu.
2013 yılında İstanbul’da başlayan ve ülke geneline yayılan Gezi Parkı Olayları da sosyal medyanın toplumsal düzeyde nasıl bir etkiye sahip olabileceğini bizlere gösterdi. Televizyon gibi önemli kitlelere ulaşabilen yayın organlarına konuyla ilgili olarak haber kısıtlaması getirilmesi, insanların sosyal medya platformları üzerinden “özgürce” iletişime geçerek organize olmasına sebep oldu. Özellikle Twitter, bu olaylar esnasında en fazla etkili olan iletişim aracı oldu. İnternet erişiminin kısıtlı hale getirilmesi, Twitter, YouTube gibi platformların kapatılması gibi olaylar, yine Arap Baharı’nda olduğu gibi bir Streisand etkisi yaratarak olayların daha fazla büyümesine sebep oldu.
Görüldüğü gibi, herkesin “sosyalleşmek” gibi masumane bir amaç için kullanıldığını düşündüğü sosyal medya platformları, toplumların üzerinde ciddi bir etki yaratabiliyor. Birileri bir anda vezir olabildiği gibi; rezil de olabiliyor ve bunun etkisi toplumsal ölçekte yaşanabiliyor.
Dikkat süresi azalıyor, hafıza zayıflıyor
Herkesin bilgi üretebilir konumuna gelmesi ve bu bağlamda iletişim ortamlarının çeşitlenmesi, bu araçların iletişimin kendisinin önüne geçmesine de sebebiyet veriyor. Bu çerçevede iletişim ve erişimin bu kadar kolay hale gelmiş olmasının bazı yan etkileri olduğunu da söylemek gerekiyor.
Oxford, King’s College London, Harvard ve Western Sydney University gibi önemli üniversiteler tarafından yapılan bir araştırmaya göre, internet / teknoloji ile insan hafızası arasında negatif korelasyon bulunuyor. Yani teknoloji ve internet hayatımızda daha fazla yer edindikçe, dikkat süresi gittikçe azalıyor; insan hafızası da zayıflamaya başlıyor. Bu durum iletişim kurarken daha kolaya kaçmamıza sebep oluyor.
Günün sonunda 280 karakter ile tweet atıyor, 1’er dakikalık Instagram videoları çekiyor, çokça kelimeyi bir emojiye sığdırarak iletişim kuruyoruz.
Özetle; iletişim teknolojileri geliştikçe insan beyni daha kolay olana yöneliyor; bu durum ise insanların daha kolay iletişim kurabilmelerini sağlayan iletişim teknolojilerinin gelişimini tetikliyor. Bir iki adım geriye gidip geniş perspektiften baktığımızda, bunun aynı zamanda bir döngü haline geldiğini de görebiliyoruz.
İlgili araştırma, aynı zamanda bu durumun gelecekte pozitif bir yanı da olabileceğine dikkat çekiyor. Gelecekte internetin bir sanal hafıza olarak kullanılabilmesi durumunda insan beyninin diğer aktiviteler için daha fazla vakit ayırarak daha verimli çalışabileceği tahmin ediliyor.
İletişimin en sade hali: Emojiler
Özellikle sosyal medya ve anlık mesajlaşma platformlarının hayatımıza entegre olmasıyla birlikte emojiler de iletişim deneyimimizi farklı bir boyuta taşıdı. Birden fazla kelime ile anlatılabilecek olan ifadeler artık tek bir emoji ile anlatılabilir hale geldi.
Bir başka deyişle, lisan farkı gibi bir durum da söz konusu olmadığı için, emojileri tüm dünyanın ortak ve sade dili olarak tanımlamak da mümkün hale geliyor.
Aslında iletişim kurarken insan beyninin kolay olana yönelmesi konusu tam olarak bu noktada kendisini gösteriyor. Emojilerin bu kadar yaygın olarak ve sıkça kullanılmasının ardında ise insan beyninin “kolaya kaçma” isteği olduğunu söyleyebiliriz.
Konuyla ilgili olarak önceki blog yazılarımda da bahsettiğim gibi emojilerin kullanımında da bazı iletişim sıkıntıları çıkabileceğini unutmamak gerekiyor.
Bkz: İletişimde Emojilerin Anlamı ve Yanlış Kullanımı
Örneğin aşağıdaki görselde de görüldüğü üzere, tek bir emoji farklı platformlarda farklı şekilde görüntülenebiliyor. Bu durumda gönderenin iletmek istediği duygunun, alıcı tarafından farklı şekilde algılanması durumu söz konusu olabiliyor.
Özetle, mesajı alan kişinin bu mesajı aldığı ortam, göndermek istediğiniz bir mesajın içerdiği duygu kadar önemli. Aşağıdaki örnekte aynı emojinin farklı platformlardaki bu etkisini daha iyi görmek mümkün.
Sonuç
İletişim teknolojilerini, iletişim ortamlarının iletişimin kendisini nasıl değiştirdiğini veya bu iletişim ortamlarının topluma sirayet edebilme gücünü tekrar düşündüğümüzde, Marshall McLuhan’ın bundan yaklaşık 50 yıl önceki öngörülerini şu anda yaşıyor olduğumuzu söyleyebiliriz. Yani kitabında da defaatle bahsettiği gibi; artık iletişim kurma şeklimiz, iletişimin kendisinden daha önemli hale gelmiş durumda.
Dilerseniz yazıyı Fransız yönetmen Jean-Luc Godard‘ın iletişimin günümüzdeki durumunu özetleyen şu sözüyle bitirelim:
Sağlıcakla kalın…
Faydalandığım kaynaklar: The Medium Is The Message – Marshall McLuhan (Kitap), The “online brain”: how the Internet may be changing our cognition, Varying Interpretations of Emoji – GroupLens Research
Bu blog yazısını podcast olarak dinlemek için internetkafe.net adresini ziyaret edebilirsiniz.
Bir yanıt yazın